4 Aralık 2008 Perşembe

Geçmiş zaman olur hayali cihan değer

90 ların henüz başı. TRT nin klasik müzik vs. dayatmacı yayıncılığının ve zulmünün kesintiye uğradığı dönemler...

Henüz o dönemlerde video var. Beta ve VHS kasetlerden film izlenir ancak herkesin videosu yok... Bir videonuz varsa da kaset almak zor kiralamak meşakkatli iş. Magic Box' ın Star 1 tv si pazar akşamları Parliament Cinema Club' un sunduğu pazar sinemasını yayınlıyor.

Hafta boyunca dönen tanıtım ile filmi izlemeyi beklersiniz. Film Başladığında muhteşem bir jenerik ve muzzam bir meladi ile sinema başlar... Bizim nesil çocukluğunun sonu gençliğinin henüz başındaki gri renkli dönemi yaşar. Küçük oda, sıcak sobanın yanında bu melodi ile başkta dünyaların hayallerini kurardık.

Merak edenler için filmin müziği: Burada (youtube linkidir)
Sinema klüb jeneriği de burada (youtube linkidir)

O gün bu müziği dileyip jeneriği izlerken başka dünyaların hayallerini kurarken şimdi günlerin hayalini kuruyoruz.

Geçmiş zaman olur hayali vcihan değer...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

Kefilin eli cebindedir...

Teminat mektubu kefaleti...
TEKEL baş satıcısı olacak bir ahbaba kefalet. kefil büyük dedemdir. Kefalet sonucu malı mülkü satıp ta parayı öder.


Kefil olunan şahis borcunu ödemez. Merhumun ölüm sebebi olur. (ruhu şad olsun)














Kefili babam olur. Bu bono ile birlikte seri halinde başka bono ve çekler var. Neticesi sıkıntı üzüntü vs vs.

Vesselam kefil demek borcu ben ödeyeceğim demek...

İbret olsun bana diye burada resimleri burada...

Gelecegini biliyordum...

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadaşının az ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.

Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadasımı alıp geleyim mi?

'Delirdin mi?' der gibi baktı teğmen...
- Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!

Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!

Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.

Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...

Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'


Turgut Özakman Şu Çılgın Türkler romanından alıntıdır.

8 Ağustos 2008 Cuma

Ücretlendirme icadı: galoş


Mikrop dolu ortam; poliklinik, hastahane, tedavi merkezi...
İçeride zaten yeterince mikrop var. Var ki tedavi merkezi yapmışlar.
İçeri girmek üzeresiniz, önünüzde iki kutu. muhtemelen kutularda temiz-kirli yazıyor. Temiz olan kutudan aldığınız galoşu ayağınıza giymeye çalışıyorsunuz ancak sıkıntı burada başlıyor.

Oturamıyorsunuz, eğilmeniz gerekli, galoşu ayağınıza geçirmek için bir ayağınızda kaldırmanız gerek... Sonuç olarak galoş giymek cambazlıktır. Eğilmiş tek ayak üzerinde ve bir ayağınız yerden yukarıda, dengenizi sağlamaya çalışırken ellerinizi kullanamazsanız. Çünkü elleriniz le uyduruk ( ama hijyen sağlayan) naylonu ayağınıza giydirmeye çalışırsınız.

Tüm bu sorumluluğun gerekçesi de malum değildir. İçeride barınan mikroplara karşı ayaklarımızı koruruz? :S Yoksa ayaklarımız aslında mikropludur ve içeride karantinaya mı alınmalıdır ?

Ayaklarımız dışında mikropları taşıyan veya korunması gerekli başkaca bir uzvumuz yok mudur, yapısı itibarı ile ayaklarımızdan daha fazla mikrobu barındırabilecek uzuvlarımızda mevcuttur hani ...

Kanaatim tamamen göstermelik, galoş giyerek özgüvenini kaybetmiş ziyaretçiyi içeriye helva kıvamında sokmaya yarayan bir uygulama... Galoşu giyerken kepaze olduğunu zanneden ziyaretçi içeriye savunması düşmüş, teslim olmuş vaziyette girer ve ne denirse itiraz edecek edecek hali de kalmamıştır.

Sonuç: Borcunuz beyefendi sadece 350,00 YTL...
içsel ses: İçeriye galoşla girildiğine göre bu fiyatı da hak edecek bir hizmet verildi. Bu işletmede işler sanıldığı gibi kolay değil baksana galoşu giyerken neler çektim...


22 Temmuz 2008 Salı

Yol ayrımı...


İtalya'nın günlük gazetelerinden "La Republica" "Affari e Finanza" adlı haftalık ekonomi ekinin "Avrupanın devleri" yazı dizisinde Türkiye' de yer verildi.

"İslam Ahlakı kapitalizmi keşfetti" başlıklı yazıda ;
...

Son yıllarda Türkiye ekonomisinin kalkışa geçmesinde motor güç konumunda olan Anadolu kökenli (öncekilerin kökenini merak ettiren bir ifade-mehmetemin) iş adamlarından şu şekilde bahsedildi.

"Takva sahibi ve çalışkan, ahlaki ve manevi değerlere sadık, ama mesleğindede başarılı, cemaati içinde aktif olduğu kadar kendi isinide verimli kılma uğraşında...

Türkiye' de İstanbul'lu işadamlarıyla yan yana durmaya, kimi kez onları geride bırakmaya da hazır yeni insan profili tırmanışta...

Tercihan siyah giyinen "beyaz Türklere" oranla oranla tenide daha koyu olan (!) ( beyaz türklerden kastedileni acaba doğru mu anladım-mehmetemin) son derece dindar bir insan tipi; bir eliyle tesbih çekerken, ceplerinde ultra ince son model hesap makinesi taşıyan bir tip...Bu insanlar günümüzde gerçek anlamdaki topbumsal dünüşümün de kahramanları...

Son beş yılda ihracat neredeyse 4 kat arttı, GSMH da yılda % 7 lik artış oldu, ama ülke bugün bir yol ayrımında...

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Gelmiş geçmiş en büyük demokrat!

28 Şubat 2004
Akşam Cumhurbaşkanını yemeğine gittik. Atatürk' ün yaşadığı yerde yemek beni çok heyecandırdı. Konuşmalar sırasında Cumhurbaşkanınında sanki ümidini kaybetmekte olduğuna dair intiba uyandı. Bazı mesajlarda verildi.

Örneğin Cumhurbaşkanı" Burayı mahsus seçtim ki nereye geleceğinizi görün aranızda buraya gelmeyi bekleyenler var (Genelkurmay Başkanını ima ederek) dedi. Tabi hemen başımız öne düştü.

Ama herkes bu lafı duyunca tereddütsüz ona baktı. Eşi Kara kuvvetleri komutanının kulağına eğilerek, "siz de gidince ne olacak" deyivermiş.

Cumhurbaşkanı genelde herhangibir askeri harekete karşıdır. Bu onun için çok doğaldır, zira kendisi bir hukukçu hemde Anayasa mahkemesi Başkanlığı yapmış bir kişi. Her zaman bu kimliğiyle bizleri frenlemeye çalışırdı. Bu akşam ilk defa kendisini farklı bir tutum içinde gördüm. Adeta ülkenin bu adamlardan kurtulmasının zor olduğunae karar vermiş gibiydi.

Bu nedenle "bir yıl sonra da buralarda neler olur bilinmez" diye bir söz sarfetti.

Çok güzel bir yemek ve gece geçirdik. neşeli bir geceydi.

Oramiral Özden Örnek ' in günlüğünden aynen alıntıdır.
(İlk olarak Nokta dergisinde yayınlanan, Ayışığı ve Sarıkız kodlu darbe girişimleri hakkında ayrıntılı bilgi veren günlükler)

yorumsuz!

25 Nisan 2008 Cuma



Hakan Avtug, Muhammed İsmail Tuğral, O. Erkol, Hüseyin Burhan Hayran, Ahmet Hikmet Kurtulmuş, Mehmet Emin Özgüven.

05.04.2006, İkbal Termal Otel, toplantı salonu, Avukatlar günü kutlaması, saat 22.30

Bir Hilal uğruna Yarab, ne güneşler batıyor!



Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm.

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına;
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.