29 Aralık 2007 Cumartesi

Lost...










Siydney den kalkan Oceanic Airlines e ait 815 sefer sayılı Boeing 757; yaşadığı bir takım arızalar sebebiyle rotasını kaybeder ve pasifik üzerinde havada ikiye ayrılır. Uçak yolcularından bir kismi hayatta kalır ancak dünya ile alakasını kesmiş bu adada yaşam savaşı verirler. Bu mücadele o kadar zorludur ki LOST isimli diziye konu olur. bu diziyi izlemek isteyenler zaten download linklerini kolayca bulabilirler ben burada dizinin mekanı adanın haritasını olaylar ile birlikte anlatan bu haritayı paşlaşmak istedim. Aşağıda veridiğim linkte de haritanın gerçek ebadını ve bu konuda az bulunan ayrıntılı konular var. meraklısına tavsiye ederim.

LOST ADA HARİTASI

15 Aralık 2007 Cumartesi

Kerimoğlu Zeybeği





Hadi buyur Harmandalı kerimoğlu derken zeybeğe iyi bir merak saldım...


Kerimoğlu türküsünün sözleri videodada oyunun adımlarını ayrıntılı gorebilirsiniz...




hayd` aman da hayd` aman,
Karadağların sandalı da, sandalı.
Al ganlara boyanmış,
Kerimoğlunun her yanı da her yanı.

hayd` aman da hayd` aman,
Şu Yerkesik ile şu Pisinin arası,
Nerelerde bozulmuş,
Kerimoğluyla Kör Arabın arası.

Öf aman da aman da
Şu dağlarda geyik kalmadı.
Oyna len de Kör Arabım sen oyna,
Senden başka yiğit (!) kalmadı.

Muğla yeşilyurta ait bir tüküdür...

9 Aralık 2007 Pazar

Şiiri bizzat şairin sesinden dinlemek...

Üstadın kendi sesinden şiirlerini bulup aşagıdaki linke koydum. İzlemenizi tavsiye ederim. Bir şiiri
şairin bizzat kendi sesinden dinlemek bir başka guzel oluyor fikrimce...

bir kac şiirini bu sayfadan izleyebilirsiniz link burda
buurun; Üstadın Kendi Sesinden şiirleri


17 Kasım 2007 Cumartesi

hükmümüz sadece bir nûn, o da O’nun








Mecnundan evla mecnun oldu Leyla’da Mecnun

Yok olurdu lena, lena’da olmasaydı nun

Bildi dünya edna, Leyla ise misali kum

Vardı ya Mevla, vardı Mevla’ya dünya da Leyla da onun

Ateş olmasa erir miydi mum

Aşk olmasa bilir miydi Mecnun

Adını yazabilir miydi kalem onun.

5 Eylül 2007 Çarşamba

Sadri Alışık, Avare...

Alemin renkleri (Abdullah Kibritçi ye ait) blog tarzı sayfalarda tesadüfen gordüm bu videoyu. Ki alıntının kaynağı blog hem içerik hemde teknik açısından çok daha ileri benim blogumdan.

Videoyu indirip tekrar bloguma yüklemek uzun ve meşakkatli olacak, bu bakımdan affınıza sığınıp bu muhteşem şarkının video linkini koyacağım.

Üşenmeyip tıklayıp dinlerseniz pişman olmayacaksınız geçen vakit için...

buyrun burada link;
Sadri Alışık & Avareyim



30 Ağustos 2007 Perşembe

Namus !

"Cinsi muamele; vadettiği hazzın müstenalığından aldığı değerle kendisine layık hassasiyet, ruh, beden, şahsiyet,mekan, ve an şartlarını aratır. balo kıyafetiyle kasaptan et alınmaya gidilmez değil mi? Dişi cins köpekler bile teslim olacakları eşlerinde soy değerleri ararlar. Görüyorsun ki ahlak münakaşına girmeden namusun müdafaasını yapmak mümkündür. Yani biyolojik zaviyeden namus, daha iyiye doğru tasfiye yapan bir seleksiyon hareketinin insana verdiği yüksek bir tercih duygusu, bayağılıktan sakınma duygusudur. Biyolojik asalet ve kibarlıktır. Bir istifa aristokrasisidir. Cins hayvanlarda da vardır. Onlarda nadir şartlar ararlar ve cins olmayana teslim olmazlar. İnsan için bu şartlar daha nadir, çünkü daha karışık olduğunu kabul etmezmisin..."

Peyami Sefa, Yalnızız.

21 Ağustos 2007 Salı

Modern dünyanın düşüşü galiba

Cocukluğumda izleyip te aklımda kalan filmlerden aklıma kalan bir sahneydi en belirgini Şener Şen ' in "Züğürt Ağa" filmindedir; ağa, şeyhin arkasına düşer köylülerinide alıp, kuraklıktan bıkmış ahali hep beraber yağmur duasına giderler...

Lakin o zamanlar "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" vecizesini yeni oğrenmiş olmanın verdiği heyecandan olsa gerek pek eski, bohem, akıl dışı gelmişti bana, yağmur için insanların dua etmesi, ki yağmur niye yağmasın her zaman yağardı... Niye yağmasın ki ısınmayla buharlaşan su, bulutlar, falan derken bunun gayet rasyonel bir izahı vardı duayla olurmuydu hiç...

Bu yaz iki defa Cuma namazı oncesinde yağmur duasına iştirak ile ellerini toprağa çevirip tövbe, af dileyince farkettim kendi çelişkimi/çelişkimizi...

Hani akıl bunu mu emreder; "biz dua edince ne oluyor bulutlar mı, havanın kaldıracağı nem oranımı artıyor, niye dua diyoruz bi faydası varmı madem faydası yoktu niye sığındık boyle metafizik fenomenlere" diye sormak gerekirdi hakikaten akla ve ilime bu kadar önem verseydik...

Vermiyormuşuz lakin adına din densin, adet densin, ne derseniz deyin zor durumda kaldıkça hemen ona sığınıyoruz işte. Ki iyiki var Yağmur duasıda olmasaydı neye sığınacaktık ki hiç bir umudumuz kalmamıştı.

Demek ki hiç olmamış insan olarak tek başına ayakta kalma imkanımız ilaki muhtacız birisine veya bir şeylere demekki akıl ile tüm sorunlarımızı çözemiyormuşuz hiç ilmimiz ile ayakta kalma imkanımız yokmuş meğer...

Vesselam modern dünya düştü, daha da doğrusu hiç müstakil olamamış, modern dünya; tam tamına doğan gorünümlü şahin imiş münhasır medeniyetimiz asla kendi kendine yetemezmiş illaki hazırda olanları tüketmekle büyümüşüz. geç anladık, lakin anladık

Üstad dan bana nakletiği üstadımın; "Yağmur duasının vakti susuzluğun gelmesidir. Ama dua edildi diye yağmur yağması icap etmez" miş şu nizama bakarmısınız hani dua ettinizde yağdımı yağmur sanki diyenlere (topu boyle taca atıp 1-1 demeye çalışanlara) ne kadar zaman kaç asır önce vermiş cevabını...

En usta ağızlarda bile uzun bir nefesten acizmiş yalan!
İnandırma gayretinin en fazla olduğu anlarda bile kısalırmış cümleler...

6 Haziran 2007 Çarşamba

Ben, Sana mecburum...

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
Eski zamanlarda bir Cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum, sen yoksun!

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin...

muhatabı yoktur! Hoşuma gitti ekledim, ağlama duvarım ya...

31 Mayıs 2007 Perşembe

Küresel ısınma !!!


Havadaki oksijen ve azot gazları güneşin gözle görülebilen dalga boylu ışınlarını yansıtır ve morötesi ışımaların bir kısmını da absorblayıp emerken Co2 karbondiaksiti de kızılötesi ışımaların ki bunlar yeryüzüne ulaşanlanların bir kısmını soğurarak, atmosferden dışarı çıkmalarını engeller. Ancak bunu yaparken ısısı yükseliyor dolayısıyla atmosferde ısınma oluşuyor. Dünya, güneşli havada açığa park edilmiş bir arabanın içi gibi ısınıyor bunada sera etkisi deniliyormuş.
Bu bir denge çubuğu gibi; Co2 oranı yükselirken azot ve oksijen oranı da azalıyor neticesinde engellenen azalıyor. Co2 artarken ısınma da yükseliyor.

İşte biz refah ve mutluluk içinde yaşarken farkında olmadan atmosferde CO2 nin artmasına sebep oluyoruz neticesinde ortam daha fazla ısınıyor. Sonrada ne küresel ısınması kardeşim, yok boyle şey bunlar komplo teorisi sanayileşmeye çaışan ülkeleri kandırmak için uyduralan bir şehir efsanesidir diyenler çıkıyor... el insaf!

sonuç olarak 1960’ların sonlarından bu yana Kuzey Yarımküre’de kar örtüsünde yüzde 10’luk bir azalma oldu. 20’inci yüzyıl boyunca deniz seviyelerinde de 10-25 cm arasında bir artış olduğu saptandı.

Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor.

Bunları okuyunca kurbağaların değişimlere tepkisiz hayvanlar olduğunu anlatan deney aklıma geldi, kurbağayı su dolu kaba koyup kabı ısıtırsanız ısı değişikliğini farketmiyor, neticede olüyor, ancak ısınmış suya atarsanız ısıyı farkediyor çıkmak için çabalıyor. Tıpkısı; ısınıyoruz, olüyoruz haberimiz yok...

24 Mayıs 2007 Perşembe

Halil İbrahim bereketi

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış....
Büyüğü Halil....Küçüğü ise İbrâhim...
Halil, evli çocuklu.İbrahim ise bekârmış...
Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...
Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş..
Bununla geçinip giderlermiş...
Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.
ikiye ayirmislar....is kalmış taşımaya....
Halil, bir teklif yapmış :
İbrahim kardeşim ; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı
bekle.Peki ağabey demiş İbrahim...
Ve Halil gitmiş çuval getirmeye....
O gidince, düşünmüş İbrahim:
Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine
Böyle demiş ve,Kendi payından bir miktar atmış onunkine...
Az sonra Halil çıkagelmiş.
Haydi İbrahim...! demiş, önce sen doldur da tası ambara.
Peki ağabey...!İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola..
O gidince, Halil'i düşünür bu defa:
Der ki:Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.
Ama kardeşim bekâr.O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.
Böyle düşünerek,Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.....
Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.
Bu, böyle sürüp gider.....Ama birbirlerinden habersizdirler.
Nihayet aksam olur.Karanlık basar.
Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.
Hatta azalmıyor bile....Hak teala bu hali çok beğenir.
Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki ...
Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.
şaşarlar bu ise...Aksine çoğalır buğdayları.
Dolar tasar ambarları.
Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir.
Bu bereketin adi : HALİL İBRAHİM bereketidir..

23 Mayıs 2007 Çarşamba

İçimde kalmış bir madara etme hevesimi yoksa..


Çok da zamanı değil ama papa 16. Benedicto' nun başka bir dinin peygamberine (a.s.) ve onun sünnetine karşı yaptığı konuşmalar barbarlık ilkellik gibi tasvirleri vs denilirken içimde kalmış demek ki fuzuli bilgilere kafa yorarken çok ilginç bir şeye rastladım.

Papa seçimi için 52 ülkeden 112 kardinal vatikan sınırlarında, San Pietro Bazilikasında toplanıyor, kapılar kapatılıyor içeriye kayıt cihazı vs hiç birşey alınmıyor, kapılar üzerlerine kilitlenecek, bu esnada beslenme ve istirahatlari için dışarı çıkamayacaklar tüm ihtiyaçları içeride giderilecek (bu durum papa seçilene kadar devam edecek) oyların 2/3 ünü alan papa seçilecek, ateşe bir kimyasal atıp dumanının renkli çıkmasını sağlayacaklar, bu papa seçildi anlamına gelecek ve kapılar dışarıdan açılacak...

Ancak pek gözününde tutulmayan bir hadise var o kısmı ilgi çekici:
Seçilen Papa,alt kısmına hiçbir şey giydirilmeden altı delik bir koltuğa oturtuluyor ( hastaların otururken hacet gidermesine kolaylık sağlayacak nitelikte bir koltuk gibi). Daha sonra bütün kardinaller sırayla seçilecek olan papanın testislerine(:S) dokunmaya başlayacak...Bütün kardinallerin dokunma merasimi bittikten sonra,Papalık makamı onay alacak...

Ne alaka dersek sebebi: Papa john VIII,885 yılına kadar Roma kilisesini yönettikten sonra vefatında, olüm merasımimi sırasında erkek olmadığı anlaşılır... Durum bir şekilde örtbas edilir, kardinaller de önlem almak zorunda kalır . Boyle bir merasim eklenir seçim ritüeline.

Ey muhterem, senin yoklamışlar bilmem ne etmişler banane! Ama sen böyle entrikalara, karışıklara sahne olmuş bir makamın başına geçiyorsun, kendi kaideni geçmişte haleflerin çiğniyor da, scary movie de karşılaşsak oha diyeceğimiz usüllerin varda, ne akla hürmet başkasının dinine peygamberine dil uzatıyorsun...

Tencere dibin kara desek uymayacak leke yok laf ettiği tarafta , uygun bir söz bulamadım bırak bağlaması olmayıversin bu yazınında...





21 Mayıs 2007 Pazartesi

Külhanbeyi, Kabadayı, Mafya, Racon, Jargon...


Haftasonu yine fuzuli işlere meyletmişken fuzuli öğrendiğim bir iki şeye ilaveten raconun bekası için oluşturulmuş jargon dan bir kaç vecize öğrendim.

Vakti zamanın bağrında, henüz hayat bu kadar karmaşıklaşmamışken, kriminoloji diye de bir ilim yokmuş, ancak o vaktin de illaki kendisi gibi sade, teferruatsız suç ve suçluları ile birlikte, bunlarla mücadele usülleri de mevcut.

Asayiş ber-kemal olsun diye mahalleleri kapsayan kolluk noktaları'nın işleyişi kendi içinde bir hikayede, bunların göz yumduğu mesleği üşeralık olan şahıslar "her horoz kendi çöplüğünde öter" sözünden hareketle kendi ikametgahları etrafında bazı gayri meşru işler çevirirler (haraç vs) madem bir nimet var külfeti de var denilerek bunlara bu çöplüklerinin asayişi gorevini yükler bu kolluk noktaları. Meğer ki bir yerde hırsızlık çok gorülse hemen alırlar külhanbeyini temiz bir sorgularlar "sen nasıl adamsın niye göz yumuyorsun bunlara ortakmısın!" gibisinden eziyet ederler. Külhanbeyide falakaya karşı tedbir, kulağına çalınsa bir hırsızın ismi hemen gereğini yapar hırsıza, hırsızlığa kendi yöntemince mani olur. Kabadayılık eder. (Nasıl yapacağı ise vicdanı ile profesyonelliğine kalmış artık )

Gel zaman kapitalist toplumun ihtiyaçlarına nasıl cevap versin bu adamlar tekbaşına, tahminen rant büyüdükçede organize olup isimlerini mafya ya değiştirmiş olmalılar ki eskisi gibi asayişi temin gorevinin ifa ederken de Derin Devlet denen nesneyi teşekkül ettirivermişler.

Siyaset blogumu alakar etmez. Bu külhanbeylerinin kendilerince tuhaf bir raconları ve Jargonları var o jargondan adaba muhalif de olsa yayınlanabilecek bir ikisi " hayat or...u gibidir parana göre verir", "Hakikat, anlamak maksadıyla bakmana tahammül edemeyen fahişe gibidir." "anneni ....... kadı ise kime şikayet edebilirsin" "İlk seferde güzeli ikinci seferde gerçeği gorürsün" gibi sözleri çok yerinde geldi bana...

Neticede bu kadar bilgiliydiniz de; boyle veciz sözler buluyordunuz da; niye su yolunda kırıldınız...


18 Mayıs 2007 Cuma

II. Mehmet Emin yeni resim


Eski fotoğrafların bir yenisi...

Bu fotoğrafta saçlar uzun taranmış, fotoğraf eski olmasa çok daha yakışıklı gorünecek, Aşağıdaki fotoğrafla bu aynı kişimi inanmak zor. Daha önemlisi bu fotoğraf 4 yıl daha eski. insan yaşlandıkça yıpranıyor...

16 Mayıs 2007 Çarşamba

II.Mehmet Emin ve ...

Eski Fotoğraflara bakarken zamanında fazla dikkat etmediğim bir kaç tane resim denk geldi, II. Mehmet Emin'e (dedem) ait. 1945 senesinin fotoğrafı... muhabereci imiş, yakalarından onu anlayabildim. Benzerliğimiz dikkat çekiyor onu için taradım pek fazlada uğraşmadım photoshop ile olduğu gibi taradım.(sağolsun İsmail ağabeyim hiç sallamaz boyle incik boncuk heveslerimi seninlemi uğraşacağım demez) Alın oldukça benziyor, göz çukurları, burun ve kulaklar...

Yolladım kuzenlerde 4 kuzen 4 farklı resmi avatar yapmışlar...

29.11.1945 yılında fotoğrafı çektirirken merhum acaba düşünmüşmüdür bir vakit torunlarım bunu msnde, forumda ( ki o zaman hesap makinesi dahi yok) vs bilimum yerlerde avatar diye kullanırlar diye. Onun için anladım ki fotoğraf çektirirken eskisi gibi bol sulu-cıvık fotolardan uzak durmalı... Hesaba göre 2069 yılında nasip olurda IV. Mehmetemin tutup koysa benim yalacan fotoğraflarımı, hoşlanmazdım herhalde pişman olurdum çektirdiğime! Büyüdük, artık olgunlaşıyoruz herhalde...

Demek ki ölmekle bile alakamız kesilmiyormuş fani olan dünya ile, belki unuttuğu bu fotoğrafı ile hala anılıyor, konuşuluyor...
Ölmek Na-mümkün vesselam. olüp te kurtulsak desek; kurtuluş oluyormu bilinmez. Dahada merak uyandıranı şimdi bu resmi buraya koyunca; acaba haberdar oluyormu, mutlu oluyormu veya kızıyormu "onu değil diğerini koymalıydın" diye...

Ruhun Şad olsun, Nur içinde yat
Yiğit ölür nam kalır...

15 Mayıs 2007 Salı

Garajım

Bu sefer bu işi daha sistematik yapayım dedim, arabanın motor ayarlarını vs değistirdim, sonra başka ne yapmalı derken bir site buldum orada blog türü bir yer actım adını da Garaj M.Emin koydum duzenleyeyim zamanla artık burayı takip edelim kendimizdeki gelilşmeyi...

link bu:
http://mehmetemin.modifiyeliarabalar.net